23 Ocak 2013 Çarşamba

Bir Paris Yılbaşısı :)

Paris... Uzun zamandır gitmeyi istediğim dünyanın yegane yerlerinden biri... Planımı çok öncesinden yaptım, seyahat ederken planınızı ne kadar önceden yaparsanız o kadar iyi ve ucuz olacağını bilmeniz gerekiyor. Avrupa ülkeleri aslına bakarsanız bizim için biraz kolay, çünkü hemen hemen avrupanın her yerinden mutlaka bir Türk'e rastlamanız çok mümkün.
Paris seyahatim için tarihimi kararlaştırdıktan sonra ilk önce otelimi ayarladım, öncelikle belirteyim Paris'in neresinde kalırsanız kalın, hangi otelinde konaklarsanız konaklayın, Paris'in değişik bir kokusu var, kokuyu tarif etmek gerekirse küflü ve rutubetli değişik bir koku bu... Paris şehir planlaması ve yapı açısından çok eski yıllarda planlanan ve inşa edilen bir şehir. Yapılanma ve şehir planlamacılığı açısından günümüze kadar hala gelebilmesi aslında ne kadar iyi planlandığının bir göstergesi. Ama inşa malzemelerinin sürekli olarak değiştirilmesi ve tamiratı şart.

Öncelikle uçak biletinizi avrupanın heryerinde, ne olursa olsun ucuz seçin, aktarmasına zamanına bakmayın, benim tavsiyem Paris'e Lufthansa ya da Swiss le uçmanız, hem hesaplı, hem dünyanın en iyi iki şirketleri. Bence Paris'e gitmek için iki sebep olabilir, biri müzeleri gezmek ve şehri hissederek geçmişe bir yolculuk yapmak, ikincisi ise aşk. Dolayısıyla acelemiz yok. Aktarma saatleri hep bir saat arayla ve havalimanlarında yön bulmak çok kolay.

Paris'i ciddi anlamda yaşamak istiyorsanız yazın gitmenizi tavsiye ederim, ben kışın gittim ama her zamanki gibi tabiki her şeyi her şeyine kadar yaşayabildim.

Öncelikle her zaman nereye giderseniz gidin ulaşımın düzgün olduğu ama şehrin merkezinden uzak olabilen bir yerde konaklayabilirsiniz. Ben bir hostel olan http://artyparis.fr/ i tercih ettim, çok hesaplı bir yer, mutfağını istediğiniz gibi kullanabiliyorsunuz, market ve şarap evi çok yakın olan bir yer. Dünyanın heryerinden insanlarla kahvaltınızı edebileceğiniz bir sürü insanla tanışabileceğiniz bir yer. Kesinlikle lüksün L si yok, öyle ki asansöre ben zor sığıyordum, öyle diyeyim, ama Paris'deyken sadece yatmak için kullanacağınız, temiz içten bir mekan. Sabahları yakındaki fırından kruvasan (croissant) ınızı alsbilir kahveniz ve dünyanın heryerinden gençlerle kahvaltınızı edebilirsiniz. 
Ben; Arjantin, Rusya, Paraguay, İspanya, Hindistan, uk, Canada, Almanya dan insanlarla tanıştım, Türküm demekten korkmaya hiç gerek yok, nazikliğinizi görünce hemen ısınıyorlar :))).

www.nanokozmonot.com Herzamanki gibi havalimanına erken gidip, uçuş korkuma yaslanarak alkol alışverişimiyaptım. Alkol olarak ne içti bu pezeveng derseniz eer genelde benim terciğim malt ve sek içkiler, fakat soğuk zamanda soğuk ülkelere gidiyorsam http://www.jagermeister.com/ iki litre aldım, bir litre de Jack baba  uçağa atladığım gibi önce Zurich...





Zurich de bir saatlik aktarmamız var, yarabbil alemin kafalar güzel... Oy oy oy oy... Bir kaç şişe alkol takviyesi ellik yolluk ceplik kafalık yaptıktan sonra uçağımızı bekliyor ve akabinde biniyor doğru Paris'e uçuyoruz.. um...

Normalde planım RER (eroer) yani banliyö treniyle otele yakın olan cite universe de inmekti. Fakat daha önceden internette araştırmalarım neticesinde bir Türk hizmeti olan dolmuş kafasını biliyordum http://www.parisdolmusu.com/ hava limanından çıkınca elinde paris dolmuşu tabelasıyla catandaşı görmüş bulundum ki kafam da zaten bi milyon, yerler metroymuş tramvaymış diyerek, "grup varsa beni de götürün" hamlesiyle kendimi Mercedes Vito'ya attım  25 € gibi bir rakama ( sitesinden kontrol ederek bence bu ulaşımı tercih edin, çünkü RER 11 -12 € ondan sonra da 4 € filan otele kadar otobüs ya da metro parası verirsiniz, en azından, Türk birinin sizi karşılaması bence güzel ) adını hatırlamadığım arkadaş; samimi ve Parisi tanıtarak, zaten bildiği de mekan olan otelime beni bıraktı.
Dönüşteki resmimiz;

İtiraf edeyim ilk gece çok  zorlandım, titiz biri değilim ama kokular konusunda hassasım, pencere açık uyudum, hava -5 selsiyus :P. Zaten kafamda güzel 4 kişi paylaşımlı ranzalı odada tek başımayım ilk akşam.

Sabah dinlenmiş bir şekilde erken kalktım, kuruvasan duble expresso kafasıyla, dedim ilk ben Eifele gideyim... Ne de olsa ilk olması gereken yer...

Paris'e kışın gidiyorsanız benim gibi tecrübesizlik yapıp sabahın köründe kalkıp karanlıklarda sokağa çıkmayın, (bu arada sabah saat 9 ama gün doğmamış durumda) acelelere gelmeyin, rahat, nefes alarak, heryere bakar ve görerek gezmeye çalışın, acele etmeyin. Bu şehrin dinamiği yavaşlık üzerine kurulu. Yavaş, retro, içten, nazik ve hatta çok kibar.

Arada bazı anektodlar nakşedicem (biliyorum redaktöre ihtiyacım var) Paris de insanlar kaba değil, sadece son gelenden kibarlık bekliyorlar, yani bir yere girdiğinizde burası bir fırın, bir kafe, bir restaurant, bir otel olabilir, her ne olursa olsun sizden "bonju mösyö" ya da "madam" ya da sadece bonju beklemekteler (fransızcam hiç yok telefus bu benim için :P), bu otobüs de olabilir hiç farketmez. Şahsen ben bunu tatbik etmekten çok keyif aldım, sokakta benden sigara isteyen eski Paris beyfendileri ve hanımefendileriyle çok güzel (aptal ingilizcemle) keyifli vakitler geçirdim diyebilirim. Size sokakta gayet rahat "merhaba beyfendi, iyi haftasonları ve güzel güneşli bir gün dilerim, bir tane fazla sigaranız varsa rica edebilir miyim"  diyerek yaklaşılma ihtimali var (fransızcam olmasada anlıyorum :P)

Neyse ilk gün ve eifel; ister erken ister geç ne zaman giderseniz gidin feci kuyruk var, ben çok erken gitmeme rağmen yaklaşık 1,5 km. kuyruk bekledim. Rahat... Kaltığım hostelden bir otobüsle çok rahat bir şekilde vardığımı söyleyebilrim, Evet Paris de metro süper ama şehirlere alışmak ve akışa hakim olmak, şehri tanımak için ben otobüsü tercih ediyorum. Eifell giriş 14€ en üst kata kadar...































Aslında İstanbul ile kıyasladığınızda Paris de heryer çok yakın, ulaşım da zaten çok rahat, ama ben city kart alırım dolaşırım diyemezsiniz, çünkü şehrin havası çok yorucu ve kuruklar bimilyon kilometre. O yüzden hiç girmeyin o işlere, bir çok yerde kesin city kart almayın filan der ama nedenini açıklamaz, benim için iki nedeni var god save the queen punk is not death kafası otobüslerde bilet okutmamak ve beleş binebilmek ikincisi de inanılmaz kuruklar, gerek yok yani...

çok yoruldum burada bir kaç gün ara veriyorum :P







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder